Gerçek ismi Mahmut Cahit Erencan olan Cahit Külebi, 1940 ve 1950 yıllarında yayınlanan şiirleri farklı bir boyuta taşınmasıyla bilinen, Türk Edebiyatı’nın nadide yazarlarından bir tanesidir. Her daim temiz bir lisanla arada bir farklı bir kötümserlik takınarak şiirlerinde tüm duyguları hissettiren, Cahit Külebi’nin bilinmeyenlerini sizler için derledik. İşte Cahit Külebi’nin bilinmeyen hayatı ve tüm eserleri…

Cahit Külebi kimdir?

9 Ocak 1917’de Tokat’ta dünyaya gözlerini açan Cahit Külebi, ilk öğrenimine Zile’de Mahalle Mektebi’nde akabinde de Nümune-i Terakki’ye, daha sonra Dutlupınar İlkokulu’na gönderilmesinin ardından 1929’da Tokat Gazi Ahmet Danişment İlkokulu’nda bitirmiştir. Ardından lise hayatını Sivas Lisesi’nde başlamış ve üniversite eğitimi için İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunda Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü tercih etmiştir. Okul hayatının başladığı yıllarda ailesinin başarılı olma baskısı dolayısıyla, kendini sürekli okumaya veren Cahit Külebi, Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar gibi usta eserleri yakından takip etmiştir. Üniversite hayatında da bir hayli başarılı olan Cahit Külebi, üniversite hocasının vasıtasıyla Berlin’e gönderilerek Almanca eğitimi almıştır. Akabinde Almanca eğitimini tamamladıktan sonra tekrar vatanına dönerek, aynı okulda tarih okuyan arkadaşı Süheyla Tarkan ile nişanlanmış, evlilik hayatına bir adım atmıştır. Mezun olduktan 1 ay sonra yedek subay olarak askere giden Külebi, askerde rütbe edinerek Trakya’da 46. Süvari Alayı’nda 2 buçuk yıla kadar yedek subay görevi yapmıştır. Askerden terhis  olduktan kısa bir süre sonra tekrar askere çağrılan Cahit Külebi, bu görevini de yerine getirdikten sonra 1942 yılında nişanlısı Süheyla Tarkan ile dünya evine girmiş bu birlikteliklerinden de Mehmet Ali ve Ahmet adında iki çocuğu olmuştur. Antalya Lisesi’ne Stajyer Edebiyat öğretmeni olarak atanmasının ardından, Ankara Devlet Konservatuarı’nda ve Ankara Gazi Lisesi’nde tam zamanlı  edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Lise dönemlerinde tanıştığı şiir hayatına,  2. Dünya Savaşı’nı yaşamış biri olarak şiirlerinde yer vermiş ve eserlerinde genellikle manzum içerikler oluşturmuş. Eserlerinde genellikle, yurt, savaş insan ve doğa temalarını işlemeyi seven Cahit Külebi,  20 Haziran 1997’de 80 yaşındayken kronik böbrek yetmezliği hastalığı sebebiyle Ankara’da vefat etmiştir.

Cahit Külebi’nin eserleri nelerdir?

  • Atatürk Kurtuluş Savaşında (1952)
  • Yeşeren Otlar (1954), 1955 Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü aldı .
  • Süt (1965)
  • Şiirler (1969)
  • Türk Mavisi (1973)
  • Sıkıntı ve Umut (1977)
  • Yangın (1980)
  • Bütün Şiirleri (1982)
  • Güz Türküleri (1991)
  • Bütün Şiirleri (1997)
  • Güzel Yurdum (1996)
  • Zerdali ağacı(1990)
  • Rüzgâr (1949)
  • Kamyonlar Kavun Taşır
  • Biz Biliriz Bizim İşlerimizi
  • Herkesin Bir Derdi Var
  • Ekin’in Göz Yaşları
  • Sana Borçluyuz
  • Alacakaranlıkta
  • Çürüyen Otlar
  • Özgürlük
  • Uçak Yolculuğu

Anı

  • İçi Sevda Dolu Yolculuk (1986)

Düz yazı;

  • Şiir Her Zaman (1985)

Ödülleri

  • 1955 Türk Dil Kurumu Sanat Ödülü (Yeşeren Otlar)
  • 1981 Yeditepe Şiir Ödülü (Yangın)

ATATÜRK KURTULUŞ SAVAŞINDA
I
Edirne’den Ardahan’a kadar
Bir toprak uzanır,
Boz kanatlı üveyikler üstünden uçar
Ardahan’dan Edirne’ye
Edirne’den Ardahan’a kadar.

Kop dağı’nda akar bir çeşme var
Serçe parmak kalınlığında suyu
Haram etmiş gece gündüz uykuyu
Akar da akar.

Samsun’un evleri denize bakar
Sokakları yosun içinde.
Çaparlar, takalar, mavnalar
Bilyalar gibi suyun yüzünde
Bir iner bir kalkar.

İstanbul’dan bir yar sevdim
Adamı günaha sokar.

Savaştepe köprüsünden geçen trenler
Sel olur İzmir’e akar,
İzmir’in denizi kız, kızı deniz
Sokakları hem kız, hem deniz kokar.

Güneyde mis kokulu bir ağaç
Yuvarlak yaprakları ince,
Yaz gelip de güneş vurunca
Dallarından bal akar.

Bu toprak bizim yurdumuzdur;
Deli gönül yücesine çıkar.
Bir üveyik olur ,uçar gider
Ardahan’dan Edirne’ye
Edirne’den Ardahan’a kadar.
Bir gün kara bulutlar göklerimizde konaklamıştı

II
Yaylılar gelip geçiyordu güneyden,
Örtük kara perdeler sallanıyordu,
Utanıyordu Anadolu’dan gelip geçen,
Milletin yüreği kan ağlıyordu.

Askerler gelip geçiyordu güneyden,
Yaralı, hasta, yorgun askerler.
Akşam olmuştu, yurda toplanıyordu
Sağ kalan yiğitler birer birer.

Analar haber soruyordu güneyden
Tarlalar kadar, ırmaklar kadar durgun analar,
Örtük kara perdeler sallanıyordu
Utanıyordu Anadolu’dan gelip geçen
Ama kalanlar anayurtta toplanıyordu.

III
Gökyüzünde kara kara bulutlar
Başımıza nerden geldiniz!
Bizler konukseveriz ama
Düşmanları sevmeyiz.

Gökyüzünde kara kara bulutlar!
Harmanlar çürüdü yüzünden!
Sizinle görecek işimiz yok
Gidin üstümüzden!

Mavi değil artık denizlerimiz!
Tarlalar sürülmez oldu!
Sütü kesildi davarların!
Öksüz kaldı bebelerimiz!

Gökyüzünde kara kara bulutlar
Hayın mı hayın!
Bir gün gelir hesabını sorarız
Buralarda durmayın.

Ne bulutlar gitti, ne göklerden bir haber geldi.
Bu seferde padişahlara seslendi.

IV
Biz yoksul bir milletiz
Gözlerimizde solgun ışıklar yanar.
Nasılsa yenilmişiz bir kere
Ama uzun sürmez o kadar!

Bir yüce umutları umut etmişiz kendimize
Gerdeğe girmedik kızlar, tüy gibi çocuklar,
Yiğitler, ihtiyarlar,
Bu toprak için yaşıyoruz!
Yol verin bize!

Bu toprak bizim yurdumuzdur!
Deli gönül yücesine çıkar!
Bir üveyik olur uçar gider.
Ardahan’dan Edirne’ye
Edirne’den Ardahan’a kadar.

İLGİLİ MAKALE  Barış Akarsu kimdir ve Barış Akarsu'nun şarkıları nelerdir? İşte Barış Akarsu'nun hayatına dair bilinmeyenler

Ne bulutlar gitti, ne padişahlardan bir haber geldi.
Kemal Paşa derler bir yiğit vardı.
Bu sefer de millet türkülerle Kemal Paşaya haber saldı.

V
Kemal Paşa, yenilmez yiğit, şanlı komutan!
Savaş girer gibi yetiş bize!
Yetiş bize, çöllerde bile olsan!
İnanç doldur, güç doldur içimize!
Bin kere yurdumuzu kurtaran!
Bir görseydin ağlardın hâlimize!
Kuşun kanadında türküler
Kemal Paşanın gönlüne vardı,
Cevabından önce kendi geldi.

VI
Bir gemi yanaştı Samsuna sabaha karşı
Selâm durdu kayığı, çaparı, takası,
Selâm durdu tayfası
Bir duman tüterdi bu geminin bacasından bir duman
Duman değildi bu!
Memleketin uçup giden kaygılarıydı.
Samsun limanına bu gemiden atılan
Demir değil!
Sarılan anayurda
Kemal Paşanın kollarıydı.
Selâm vererek Anadolu çocuklarına
Çıkarken yüce komutan
Karadeniz’in hâlini görmeliydi.
Kalkıp ayağa ardı sıra baktı dalgalar
Kalktı takalar,
İzin verseydi Kemal Paşa
Ardından gürleyip giderlerdi.
Erzurum’a kadar.
Bu ne inançtı ki, Kemal Paşa
Atının teri kurumadan
Sürüp geldin yeni yeni savaşların peşinde

VII
Bir selâm gibi gitti Erzurum’a,
Bin selâm gibi geldi Sivas’a Erzurum’dan.
Dağlar alçaldı yol vermeğe,
Temizlendi ılkımından karından.
Analar bacılar yola döküldü,
Cephane taşıdı arkasından.
Irmaklar suyundan faydalattı,
Ağaçlar daldasından.
Yer gök inledi bir yol daha
Kurtuluş savaşından.

VIII
Biz biliriz bizim işlerimizi
İşimiz kimseden sorulmamıştır.
Kılıçla, mızrakla, topla, tüfekle
Başımız bir kere eğilmemiştir.

Kuzumuz var, yaylalarda meleşir,
Çeşmemiz var, gece gündüz söyleşir.
Yazımız var, pehlivanlar güreşir,
Bu toprağa kimse girememiştir.

Davranı da deli gönül davranı!
Kemal Paşa dinlemiyor fermanı!
Anası, bacası, kızı kızanı
Bizim gibi millet görülmemiştir.
İnönü’de iki kılıç gibiydik düşmanla biz.

IX
İnönü’de iki kılıç karşı karşıya
Aşk olsun birinciye su veren kılıççıya!

İnönü’de iki kılıç karşı karşıya
Aşk olsun birincinin yapıldığı çarşıya!

Birinci kılıca su veren usta
Hakkı, yiğitliği, sevgiyi
Bu kılıcın kabzasına işlemiş tek nakışta.

Birinci kılıçla dövüşen yiğit vur ki!
Anandan emdiğin süt helal ola!

Birinci kılıçla dövüşen yiğit vur ki!
Gelinler, çocuklar ağlamaya!

Birinci kılıçla dövüşen yiğit vur ki!
Önü al önlüklü yüzü peçeli
Hanım kızlar nişansız kalmaya!

Vur ki anam babam, vur ki kardaşım!
Hayın düşman yurdumuza almaya!

X
Bizim süvarimiz amma da ata biner!
Ayağı yere değer, başı göğe değer.

Bizim piyademiz yola yeğin gider
Bastığında toprağı ezer!

Bizim topçumuz narası hay babam hay!
Gülleden beter.

Sağdıçlarım! Sizin gibi yiğitleri oldukça
Bu millet yaşar.

Düşman koymuş meydanları kaçıyordu.

XI
Kattı Kemal Paşanın ordusu düşmanı uğruna
Pişman eti anasından doğduğuna.
Çevirdi Sakarya, çevirdi süvariler,
Veryansın etti topçu,
Veryansın etti piyadeler.

Kattı Kemal Paşanın ordusu sürdü gitti,
Yetiştikçe vurdu düşmana.
Hayın düşman sarhoş gibi sallana sallana
On beş günde İzmiri dar buldu,
Ölen kurtuldu, sağ kalan teslim oldu.
Kaçtı gemiler.
Alnı sargılı, kolu sargılı, boynu sargılı,
Ahmetler, Bekirler, Aliler,
Mahmutlar, Kâzımlar, İsmailler
Peşlerinden yettiler,
Diz çöküp Kordon boyuna
Ta yürekten çekip tetiği
Gemilere yaylım ateş ettiler.
Bu ne inançtı ki, Gazi Paşa!
Atının teri kurumadan
Sürüp gittin yeni yeni savaşların peşinde.

XII
Sana borçluyuz ta derinden!
Çünkü yurdumuzu sen kurtardın,
Hasta, yorgun düşmüştük,
Yaralarımızı iyice sardın.

Yiğittin, inanç doluydun yapıcıydın,
Sanatkârdın, denizler kadar engin;
Kimsenin görmediğini görürdü
Sevgiyle bakan gözlerin.

Dedin ki: Bu millet, bu büyük millet
Yüzyıllar boyunca geri kalmış;
Bu yurt, bu güzel yurt, bizim yurdumuz
Her yanından yaralar almış.

Dedin ki: Bir güzel savaşmalı
Kurmak için yeniden;
Bilgiyle, inançla, coşkunlukla
“Öğün, çalış, güven!”

Sana borçluyuz ta derinden!
Işığısın bu yurdun.
Dilimizi, ulusallığımızı öğrettin bize,
Çünkü cumhuriyetimizi sen kurdun.

Hürriyeti sen yaydın içimize,
Halkçıyız dedin halk içinden,
İnançta hür yetiştirdin bizi,
Borçluyuz sana ta derinden!

Devrimlerle yüceltti, çok yüceltti,
Bu milleti temiz ellerin.
Sana borçluyuz ta derinden
En büyüğü Mustafa Kemallerin!

XIII
Davullar zurnalar dövende
Biz seni hatırlarız.

Binip trene gezende
Biz seni hatırlarız.

Önce adını öğrenir çocuklarımız
Eli kalem tutup yazanda.

Binler yaşa, yurdumuza hizmeti büyük!
Kemal Paşa! Ölümsüz insan! Şanlı Atatürk!

HİKÂYE

Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!

Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!

Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!

Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!

Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!

Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!

İSTANBUL

Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar’da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.

İLGİLİ MAKALE  Nazım Hikmet Ran'ın aşk şiirleri

Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak.

Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Yine kamyonlar kavun taşır
Fakat içimde şarkı bitti.

BİLİNMEYEN

O ki bardağa dökülen şaraptır
(Bal yoğunluğundadır, sıcaktır, ışıktır).

O ki sabah erken bir bahçedir
(Çayır kokusudur, serinliktir, muttur).

O ki esen yeldir kar erirken
(Çiğdemdir, ağaç çiçeğidir, okşayıştır).

O ki içilen sudur kana kana
(Özlemdir, doymayıştır, kardeştir).

O ki bir yüce ırmaktır akar
(Ürküntüdür, baş dönmesidir, gidiştir).

O ki maviliği belirsiz denizdir
(Buğulanmadır, düştür, sevmekte ölümdür).

O ki bir ince kızdır ak tenli
(Yaşamdır, umuttur, gözyaşıdır).

SEVDA BAHÇESİ

Bir gül mahzun durur bahçede
Yaprakları yorgun.
Sen pembe güllerin en pembesi!
Hasta solgun.

Bir gül taze durur bahçede
Yaprakları diri.
Sen beyaz güllerin en beyazı
Sabahlar kadar iri.

Bir gül baygın durur bahçede
Yaprakları serin.
Sen sarı güllerin en sarısı
Yağmur gibisin.

Pembe gül hülyandır açılmış,
Beyaz gül yanakların,
Sarı gül dağınık saçlarındır,
Ve mahzun kalbim ateş gibi
Yanan dudaklarındır.

ÖZLEM

Şimdi tarlalarda güneş vardır,
Karlar donmuştur otların uçlarında,
Artık akşamları dinlenemem
Başım avuçlarında.

İçi korku dolu kış gecesi
Hiç yatağın yok mu sıcak!
Dağları dolduran kır çiçeği
Hangi rüzgârlar seni koklayacak!

Saçlarımı kesip rüzgâra atacağım!
Ta ki haber götürsün bir gün sana!
İçimde bir şeytan var, diyor ki:
Aklına ne gelirse yapsana.

Ben bu şiiri yazdım atlı talimde
Bulunduğum şehir Istanbul’du,
Ağır ağır kar yağıyordu,
Atımın yelesi bulut renginde.

SIVAS YOLLARINDA

Sıvas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider
Tekerleri meşeden.
Ağız dil vermeyen köylüler
Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler?
Ağır ağır kağnılar gider
Sıvas yollarında geceleri.

Ne, yıldızlar kaynaşır gökyüzünde,
Ne, sevdayla dolar taşar gönüller,
Bir rüzgâr eser ki bıçak gibi
El ayak şişer.
Sıvas yollarında geceleri
Ağır ağır kağnılar gider.

Kamyonlar gelir geçer, kamyonlar gider
Toz duman içinde,
Şavkı vurur yollara,
Arabalar dağılır şoförler söver,
Sıvas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider.

YEŞEREN OTLAR

Bir melek su taşıdı,
Biri serinlik taşıdı uzaktan
Biri yeşillik getirdi.
Yıldırım gibi, ama sessiz
Çimenler sökün etti kara topraktan.

Sonra sen geldin dünya güzelim!
Yürüdün salına salına,
Bastığın yerde güller açtı,
Sarıldı ayaklarına.

Aşk da yeşeren otlara benzer
Günü saati bilinmez.
Bakarım bir gün hepsi solmuş
Dünya güzelim gider gitmez.

UÇAK YOLCULUĞU

Bir uçağım olmalı benim,
Binip üstüne, binip üstüne,
Şu dünyayı gezmeliyim,
Gidip Akdeniz kıyılarına.

Merhaba demeliyim,
Sıcak sıcak denizlerde,
Çimen gemici çocuklara.
Bir uçağım olmalı benim.

Binip üstüne, binip üstüne,
Daha uzaklara gitmeliyim,
Ta Fransa’ya, Berlin’e
Selam demeliyim dört iklimden.

Özgürlük için dövüşmeye gelenler
Ölümlü günler bitti mi?
Ölen tüfekler sustu mu?
Kazanlarda sıcak aşlar pişti mi?

Bir uçağım olmalı benim,
Binip üstüne, binip üstüne,
Diyar diyar gitmeliyim…

ZERDALİ AĞACI

I
Havalar güzel gidiyor
Sen de çiçek açtın erkenden
Küçük zerdali ağacım,
Aklın ermeden.

Bak kurt gibi kalın yapılı
Görmüş geçirmiş ağaçlara
Küçük zerdali ağacım,
Pişman olursun sonra.

Şimdi okşar da hafif hafif
Bir gün yerden yere çalar rüzgâr
Küçük zerdali ağacım,
Bakma güzel gitsin havalar.

Sallansın dalların çocuklar gibi
Bakma güneş ısıtsın varsın
Küçük zerdali ağacım,
Sonra donarsın.

Zemheride bahar mı olur
Akşamları seyret anlarsın
Sakın erkenden çiçek açma
Küçük zerdali ağacım.

SABRET

Sen petekte bir gömeç bal gibisin!
Renksin yazdan kıştan, tazeliksin bahardan.
Yapraklarda dolaşan serin bir rüzgarsın ki
Her gün eser durursun hafızamdan.

Ellerin var beyaz güller gibi küçücük,
Mutlak kalbin tomurcuklardan pembe!
Sanki yeşil yaylalardır gözlerin
Alnımda ter ve kuvvetsin işimde.

Ben kanadı kırık bir kuş değilim
Döner birgün gurbet ellerde kalan
Sabret neşem, sabret şarkım, sabret sevdiğim,
Sabret kalbi tomurcuklardan pembe olan.

RÜZGÂR

Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
Koştum ama yetişemedim.
Nerelerde gezmiş tozmuş
Öğrenemedim.

Besbelli denizden çıkıp
Kıyılar boyunca gitmiştir.
Tuz kokusu, katran kokusu, ter kokusu
Yüreğini allak bullak etmiştir.

Sonra başlamış tırmanmaya dağlara doğru
Bulutları koyun gibi gütmüştür,
Okşayıp otları yaylalarda
Büyütmüştür.

Köylere de uğradıysa eğer
Islak, karanlık odalarda beşik sallamıştır
Güneş altında çalışanlara
İmdat eylemiştir.

Sonra başlayıp alçalmaya ovalara doğru,
Haşhaş tarlalarında eflatun, pembe, beyaz,
Kıraçlarda mavi dikenler…
Toz toprak gözlerine gitmiştir.

Kentlere de uğramış ki yanımdan geçti,
Haşhaş çiçeğine benzer kızlar görmüştür.
Bir gülüş, bir tel saç, allık pudra
Alıp gitmiştir.

Şimdi bir rüzgâr geçti buradan
Koştum ama yetişemedim.
Soraydım söylerdi herhalde
Soramadım.