İlk insandan günümüze kadar geçen zaman içinde insanoğlu, çeşitli amaçlarla maddeye biçim vermiş, maddeye hükmetmeye çalışmıştır. Bütün bu faaliyetler içerisinde, sanatın başlangıç noktasını kestirmek oldukça zordur. Sanat ve sanatçılar insanlık tarihi kadar çok eskiye dayanmaktadır. Sanat icra etmemiş hiçbir toplum yoktur. Çünkü arkeolojik kazılardan yazılı kaynaklara ve gelenek göreneklere bakıldığında her toplumun kendine has bir sanatı ve sanat eserleri olduğu görülmektedir. İlk sanatçılar ve sanat eserleri genellikle avcı-toplayıcı toplumlarda mağara duvarlarına avladıkları ve ya onlar için çok önemli olduğunu düşündükleri hayvan resimleri ve insan figürleridir. Bunun yanında dini amaçlı sanat ve sanat eserleri de ortaya çıkmıştır. İnsanlar bir şeye itaat etmeye, ona tapmaya ihtiyaç duydukları için ilk zamanlarda insanlar kendi elleriyle çamurdan, tahtadan ve taşlardan yaptıkları heykellere tapmaya ve ibadet etmeye başlamışlardı. Yine ağaç yontma, süslü sepetler örme, vücut boyama, dövme yapma, deniz kabukları ve tüylerle karışık desenler çizme gibi sanat örnekleri de görülmektedir.
Eski çağlarda skolastik düşünce hâkim olduğu için sanat ve sanatçılar sadece belli bir zümrenin istediklerini yapmaktaydı. Genellikle dini eserler ağırlıktaydı. Bunların dışına çıkan sanatçılar ölüme mahkûm edilmekteydi. Bu durum Rönesans ve reform hareketleriyle değişmeye ve sanayi devrimiyle de etkisini kaybetmiştir. Sanat artık özgürce icra edilen ve herkes için yapılan bir iş olmuştur.
İnsanların sanat ve sanat eseri üretmeleri için bazı belli kriterler vardır. Bunlardan en önemlileri refah seviyesi, bilgi birikimi ve özgür düşüncedir. Bunların olmadığı ortamda sanatçı yetişmez ve haliyle sanat eseri ortaya çıkaramaz. Bu durumu özetleyebilecek en güzel söz Gazi Mustafa Kemal’in “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” sözüdür. Sanatta tıpkı diğer bilimler gibi temel bir ihtiyaç ve uğraşıdır. Sanatçı bu çerçevede oluşmaktadır. Sanatçı sanat eserini ilk önce görsel dünyayı algılayarak elde etmeye başlar. Sanatçı önceden var olanla algıladığını bir araya getirerek bir yapıt meydana getirmektedir. Bu özel bir çaba gerektirmektedir. Keza bazı filozoflar sanatı algılamak için çeşitli görüşler ortaya atmışlardır. Bazıları sanatın taklit (mimessis) bazılarının da yaratma olduğunu ortaya koymuştur. Bunu formülize edecek olursak “Algılama süreci+yapım süreci= sanat eserinin oryaya çıkışı” olarak ifade edebiliriz. Sanat eseri öncelikli olarak onu ortaya çıkaracak olan sanatçının optik becerisine ve yeteneğine bağlıdır. Sanat eseri birden fazla olsaydı zanaat olurdu. O yüzden sanat eseri tek ve biriciktir. Sanat eseri, sanatçının ideolojisini, o dönemin izlerini temsil edebilir ve ona göre yapılabilir. Toplumun eksik yanlarını ve ya iyi yönlerini, doğaüstü olayları, savaşları vb. ele alabilir. Örneğin İran da sanatçılar tablolarında hep özgürlük temasını ele almaktalar. Bu onların özgürlükten mahkum ve baskı altında yönetildiklerini göstermektedir. Yine aynı şekilde antik mısır ve antik yunanda da genellikle tanrıları ve dinlerini temsil eden sanat eserleri ortaya çıkarmışlardır. Dünyada yaşamış tüm uygarlıklara baktığımızdan en ilkelinden en gelişmişine her toplumun bir sanat bakışı ve sanat eserleri vardır. Unutulmaması gerek en önemli şey şudur; herkes sanatçı olamaz ve sanat eseri ortaya çıkaramaz. Sanatı sadece ona yeteneği olan ve görsel algısı gelişmiş kişiler icra edebilir.
“Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz… Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olamazsınız.” Atatürk